27 Kasım 2017 Pazartesi

Seni Çok Seviyoruz Efendimiz SAV


Seni Çok Seviyoruz Efendimiz SAV

 

Günaydın sevgili gönül dostlarımız, güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…  

 

Allah'ın ve Resulünün SAV selam ve bereketi üzerinize olsun.

 


Bu haftaki yazımızda Peygamber Efendimizle SAV ilgili güzel bir yazı paylaşmak istiyoruz. Çünkü Çarşamba gecesi Efendimizin SAV doğum günü, Mevlid kandilidir.

 

Hürriyet Habere gore;

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan resmi açıklamaya göre 2017 yılı dini takviminde Mevlid Kandili Gecesi 29 Kasım çarşamba gününü 30 Kasım perşembe gününe bağlayan gece olarak belirlenmiştir.

 

Mevlid gecesi, İslam dininde önemli bir yere sahip olan bir gündür. Mevlid, Arapça kökenli bir kelimedir. Manası ise doğum zamanıdır. Yani Mevlit Kandili, Peygamber Efendimizin SAV dünyaya teşrif ettiği gündür.

 

Peygamber Efendimizin SAV doğumunu ve doğum gününde yaşananları anlatan yapıtlara da mevlit denir. Peygamber Efendimiz SAV Hicri 12 Rebiülevvel’de dünyaya gelmiştir. Miladi olarak Peygamberimizin doğum tarihi 20 Nisan 571’dir.

        

Şimdi Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hocamızın “Aşk Bir Davaya Benzer” isimli kitabının ilk bölümünden enfes bilgilerin olduğu kısa bir alıntıyı paylaşmak istiyoruz.

 


Sonrasında fakir size SALAVAT ile ilgili öğrendiğim bilgiyle ilginizi çekecek bir tespitimi paylaşmak istiyorum.

 

İLK YARATILAN PEYGAMBERİMİZİN NURUDUR

 

Dünyevî akıl, fikir, şuur, kelam ve düşüncenin ötesindeki bir muhabbetle Cenâb-ı Hakk’ın âli övgüsüne mazhar olan Peygamber Efendimiz(sav) her fânî gibi yüzyıllar önce dünyamızı şereflendirmiş olsa da, hepimiz biliriz ki kâinatta ilk yaratılan Hz. Muhammed’in(sav) nurudur. O nurdan da tüm âlemler yaratılmıştır.

 

Cenâb-ı Allah’ın nurundan bir nur ile yaratılan Efendimiz(sav) de evvel, ahir, zâhir ve bâtındır. Şu bir hakikat ki yüce Peygamberimiz(sav) ne doğmuştur ne de bu âlemi terk edip gitmiştir. Onun nuru daha âlemler yaratılmadan vardı. Bundan sonra da ilâhî varlığıyla hep bâki olacaktır.

 

On sekiz bin âlemin Mustafası; “Levlâke levlâk, lemâ halak-tul eflâk” hitabının sahibi olan Peygamber Efendimiz(sav) bir kudsî hadis-i şerîfte; “Cenâb-ı Allah’ın ilk yarattığı şey benim nurumdur. Âdem çamurla balçık arasındayken ben Peygamberdim” diye buyurmuştur.

 

Hz. Mevlana-Mesnevî, cilt 4, 525:

“Peygamber Efendimiz(sav) buyurmuştur ki: Ben görünüşte maddi olarak Âdem’in neslinden gelmiş olsam da, mânâ bakımından Âdem’in atasının atasıyım. Meleklerin Âdem’e secde etmeleri benim yüzümdendir.”

 

“Hakk yarattı âlemi, aşkına Muhammed’in

Ay-ü günü yarattı, şevkine Muhammed’in”  Yunus Emre

 

Şems-i Tebrizî, Makâlât, cilt 1, sayfa 217-149:

“Bütün Peygamberlerin ‘Yâ Rabbi, beni Onun ümmetinden kıl’ dedikleri Hz. Muhammed Mustafa’ya(sav) söz gelince hiçbir şey söyleyemem. Çünkü Onun işi pek yücedir. Şüphe yok ki Allah, Onu kerem denizine batırıp çıkarırken mübarek bedeninden serpilen nur damlacıklarının her birinden bir nebi, bir peygamber yaratılmıştır. Geri kalan damlalardan da Allah velîleri, evliyalar yaratılmıştır. Öyle ise onları birbirinden nasıl ayırabilirim? Ancak en son gelen Peygamber, evvelkilerin hepsinden çok daha üstün derim.”

 

HERKESTE MUHAMMEDİ NUR VARDIR

 

Yaratılış olarak Hz. Âdem insanların atası kabul edilse de, ruh ve mânâ olarak Hz. Peygamberimiz(sav) tüm insanlık âleminin atasıdır. Mevlîd-i Şerîf ’te bu durumu beyan eden çok güzel bir kıta bulunmaktadır:

 

“Hak Teâlâ çün yarattı Âdemi

Kıldı Âdem’le müzeyyen âlemi

Mustafa nurunu alnına kodu

Bil habîbim nurudur bu dedi.”

 

Hakk Teâlâ insanı yarattı. Onunla bu âlemi süsledi, güzelleştirdi. Alnına da Habîbinin nurunu koydu. İşte bu nur sebebiyle ki insan eşref-i mahlûkat, yani yaratılmışların en şereflisi olma bahtiyarlığına erişti. “Bil Habîbim nurudur bu dedi.” Bu mısra manevi bir gerçeği ifade ederken, aynı zamanda çok da ciddi bir uyarı niteliğindedir.

 

“Ey insan, gafil olma! Alnında Habîbim dediğim kâinatın efendisinin nurunu taşıyorsun, sende ilâhî bir emanet var. Bunun şuuru ve idraki içersinde ol, eşref-i mahlûkat olduğunu hiçbir zaman unutma!”

 


Hz. Mevlânâ “Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun herkeste Muhammedî nur var. Meleklerin âdeme secde edişi de yine bu Muhammedî nur sebebiyledir. Mademki herkeste Onun nuru var, hiç kimseye kâfir deme, hiç kimseye hor, hakir bakma. Çünkü bir kişinin son nefesini nasıl vereceğini sen bilemezsin” diye buyurmuştur.

 

İnsanın alnında olduğu düşünülen bu ilâhî nura inanış, insanlık tarihi kadar eskidir. Çok kadim zamanlardan beri ezoterik düşünceler içerisinde gelişen birbirinden oldukça farklı inanışlar, bu ilâhî nuru kendi idrakleri, görüşleri ve düşünceleri doğrultusunda sembolize etmişlerdir.

 

Budistlerin “üçüncü göz,” Yahudi-Siyonist düşüncenin “her şeyi gören göz” dediği; Hıristiyanlıkta ise “Aydınlık ruh, sonsuzlaşma, tanrının her şeyi bilmesi” mânâsını ifade eden göz figürleri, aynı temel düşüncenin çeşitli inanışlarda dışa yansıyan çok farklı şekilleridir.

 

Sonuç itibariyle, yaratılmış her insanda Muhammedî nur vardır. İslamî mistik düşüncede ise iki kaşın ortası bu nurun merkezi kabul edilip “gönül gözü” olarak da tasvir edilmiştir.

 

Çeşitli düşünce ve inanışlar bunu kendi içlerinde çok farklı şekillerde yorumlasa da gerçek olan şu ki kâinatta yaratılan her şey Muhammedî nurun hâyy sırrıyla bu âlemdeki varlığını sürdürebilmektedir. Hiç şüphesiz gerçek görüş ve manevi tekâmül de ancak o nurun tecellisiyle mümkün olacaktır.

 

“Gül açmaz, çağlayan akmaz, ilâhî nurun olmazsa

Söner âlem, nefes kalmaz felek manzurun olmazsa” Yaman Dede

 

Hayat nur Artıran – Aşk Bir Davaya Benzer kitabından alınmıştır.

 

SENİ ÇOK SEVİYORUM YA RESULLULLAH

 

Yaklaşık üç yıldan fazla zamandır bir zikir yapıyorum. Efendim zikir deyince o kafaları sallayan insanlar aklınıza gelmesin. Zikir anmak hatırlamak demektir aslında.

 

Bu zikirde, her sabah ve akşam Salavat ve Tevhid çekiyoruz.

 

Ben tüm vesveselerimden kurtuldum. İçime tarifsiz bir HUZUR ve SEVGİ geldi. Çünkü sabah akşam Rabbimizi ve Şanlı Resulumüzü SAV anıyorum. Biliyorsunuz pekçok Kuran ayetinde, “sabah akşam Rabbinizi zikredin” , diye emir var.

 


Sizde içinizde bir boşluk var ve huzuru arıyorsanız ve gerçek sevgiyi hissetmek istiyorsanız, bu zikri yapmanızı öneririm, sabah akşam 15dk sürmüyor, isterseniz burdan inceleyin, özellikle ziyaretçi defterine göz atın:

 


 

Bu üveys zikrinde okuduğumuz Salavat ve La ilahe illallah’ın ne anlama geldiğini Youtubedaki videolardan öğrendim ve içime sindi, kalbim bu zikre mutmain oldu.

 

Zikirdeki La ilahe illallah = Seni çok seviyorum Allah’ım, demekmiş.

 

Zikirdeki Salavat ise = Seni çok seviyorum Efendim, demekmiş.

 

Şimdi bu öğrendiğim bilgi ile aklıma bir ayet geldi.

 

“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salat etmektedirler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.” (Ahzab suresi, 56. ayet)

 

Bu ayetteki SALAT kelimesi yerine ÇOK SEVMEK fiilini koyup öyle okuyalım, bakın:

 

“Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygamberi çok sevmektedirler. Ey iman edenler, siz de onu çok sevin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.”

 

Başta dediğim acizane ilginizi çekecek tespitim buydu, belki de ilk kez duydunuz.

 



Peygamber Efendimiz SAV “Seven sevdiğine sevdiğini söylesin” buyurur.


O halde bir salavatla sevdiğimizi ifade edelim:
 
 
 

ALLAHÜMME SALLİ ALA SEYYİDİNA MUHAMMED

 

Seni çok seviyoruz Efendimiz

Doğum gününüz kutlu olsun.

 

Dünya neye sâhipse, onun vergisidir hep;

Medyûn ona cem'iyyeti, medyûn ona ferdi.

Medyûndur o ma'sûma bütün bir beşeriyyet...

Yâ Rab, bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret.

 

Mehmet Akif Ersoy

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

22 Kasım 2017 Çarşamba

Üç Büyük Günah


Üç Büyük Günah


Günaydın sevgili gönül dostlarımız, güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…  


Allah'ın ve Resulünün SAV selam ve bereketi üzerinize olsun.


 

(18 Kasım 2017 Cumartesi bilgisayarım masadan düştü, harddiski görmedi, açılmadı. Aydın Kaynarca bey dostumun fikri ve vesilesiyle, emekli olduğum şirketten arkadaşımız Uğur Tek beye bilgisayarı verdik. O da hemen 1 günde halletti ve Pazartesi akşam bilgisayarı teslim etti. Her iki dostumdan da Allah binlerce kez razı olsun. Evet, bilgisayar arızası sebebiyle bu haftanın yazısını yayınlamak bugüne kısmet oldu. 22.11.2017 Çarşamba )


Kıymetli dostlar, yazının başlığındaki o üç büyük günahın ne olduğunu açıklamadan önce, bu başlık nerden çıktı kısaca anlatmak istiyorum inşallah.


Efendim biliyorsunuz bu dünya hayatı geçici ve önümüzde ebedi bir alem var. Naçizane yazılarımızla bunu hep gündemimizde tutmak için, sürekli dinden bahseden yazılar yazıyoruz. Çünkü insan unutkan bir varlıktır.


“İmân namazdan daha üstündür !

Çünkü namaz günde 5 vakit, imân her an farzdır.

Ayrıca namazsız imân olur ama imânsız namaz olmaz !”    Hz.Mevlânâ


İşte bu sebeple namazdan önce günahtan korunmalıyız. Çevremizde sıkça gördüğümüz, kolayca işlenen ve çok büyük günah, Suizan etmek günahı hakkında yazmak istedik.


Bu konuda dinlediğim sohbetlerden süzdüğüm bilgileri zihnimde topladım. Zihnimde yankılanan “Suizan zinadan beterdir” hadisinin kaynağını internetten araştırırken aşağıdaki kısa yazıyı buldum.


Yazının başında bir ayet vardı ve üç büyük günah aynı ayette geçiyordu; Yazının başlığı ilgi çeksin diye bu isme karar verdik. Günahların birisi şudur: Suizan veya ÖNYARGI




Önyargı, bir şeyin dış görüntüsüne bakıp yanlış bir karara varmaktır. Yani öyle olduğunu zannetmektir. Ve yanlış düşüncesinin doğruluğuna kalpten inanırsa, suizan etmiş olur.  


Önyargılı davranmak iki türlüdür. İyi ve kötü önyargı. Kuran’da buna Hüsnüzan ve Suizan etmek deniyor. Kötü önyargı, yani suizan çok günahtır. Kanserden tehlikelidir.


Yaşayan son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hocamız bir TV programında Suizan, kanserden tehlikelidir, demiştir.


Çünkü Kanserden vefat eden kişi ortalama yetmiş yıllık hayatını kaybeder...


Fakat Suizan ederek, yani karşımızdaki muhatabımız hakkında kötü önyargıyla olayları, içimizden kötüye yorumlarsak; sonsuz cennet hayatımız tehlikeye girer, -Allah korusun- ...


(Günümüzde Yaşayan Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hocamızın “Aşk bir Davaya Benzer” isimli kitabından Suizan’ın zararları konusundaki alıntıyla yazımızı bitireceğiz.)


Peygamber Efendimize SAV göre ise Suizan günahı, zinadan tehlikelidir.


Bu hadisi kıymetli bir alimden radyoda dinlemiştim. Hadisi Şerifin kaynağını internetten araştırırken aşağıdaki güzel yazıyı bulduk, aynen kopyalamak istiyoruz.



3 BÜYÜK GÜNAH: SÛ-İ ZAN, TECESSÜS, GIYBET


Rabbimiz celle şânühû buyuruyor ki,


Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin)..."    (Hucurât, suresi, 12. ayet)


Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmuşlardır:


Gıybet, zinadan daha şiddetlidir.”   (Kenzü'l-Ummal, 3, 589, No: 8043)

"Gıybet, katil gibidir."    (Müsnedü'l-Firdevs 3, 116,117)


Gıybet, Başkasının arkasından çekiştirmek, yani dedikodu yapmak demektir.

Tecessüs etmek ise, birbirimizin gizli yönlerini araştırmaktır. Gizlice dinlemek gibi…  




Ancak tabiiki her gıybet cinayetten veya zinadan kötü değildir... Ama sonuçları dikkate alındığında, yerine-zamanına ve biçimine göre, bunlardan daha ağır bir günah ve kabahat hâline gelebilir gıybet...


Gıybetin en ürkütücü yönlerinden birisi, yol açabileceği felaketlerin potansiyel büyüklüğüdür. Gıybet hem ferde hem de topluma saldırır, zararı umumidir.


Zinayı, cinayeti işlemek nisbeten zordur. Failini bulmak ve cezalandırmak mümkün ve gıybete nazaran kolaydır. Halbuki gıybeti işlemek kaş-göz işareti kadar kolaydır.


Bir kere ağızdan çıktı mı mantar gibi ürer, kanser gibi dağılır toplum denilen bünyeye... Onlar-yüzler-binler-onbinler-milyonlar... hatta milyarlarca insanın arasında dalga dalga yayılma ve inanılmaz fitne-fesat-kargaşa ve katliamlara yol açma potansiyeline sahiptir gıybet...


Gıybetin, insanlar tarafından kaynağında tespit edilip cezalandırılması çok zordur... İlerlemesini, iftiraya dönüşmesini önleyebilmekse neredeyse imkânsızdır...


***


Büyük bilim adamı Einstein kötü önyargı karşısında şu meşhur sözünü söylemiştir:


“Bir önyargıyı parçalamak atomu parçalamaktan daha zordur.”


Yazımıza güzel bir menkıbe ile devam ediyoruz:



SUİZAN EDEN ALİME RABBİMİZ HATASINI GÖSTERDİ


Allâh’ın bir mahlûkunu rencide eden bir muâmelenin, o mahlûktan önce Cenâb-ı Hakk’ın gadabını tevlîd edeceğini düşünmek gerekir. Çünkü Allâh, mahlûkâtına muhabbette harîstir.


Bundan dolayıdır ki, günahkâr, yani Rabbine âsî olan bir kulun bile günah ve kusurunun zikredilip şüyû bulmasını menetmiş ve bunu “gıybet” nâmıyla, ağır günahlardan biri olarak ilân buyurmuştur.


Cenâb-ı Hak, “…Ona rûhumdan (kudretimden) üfledim…” (el-Hicr, 29; Sâd, 72) buyurarak kendisine yaklaşmak için insana istidât vermiş ve onu en güzel şekilde “ahsen-i takvîm” sırrıyla yaratmıştır.


Bu yüzden Rabbimiz, kulunun istihkar edilmesinden küçük görülüp incitilmesinden bile râzı olmaz.



Rİvâyet edİLİr kİ:


Muhyiddin-i Arabî hazretleri bir sahilden geçerken, testiyi başına dikip şarap içen bir genç gördü. Aynı genç bir yandan da yanındaki bir kadına taşkınlık ediyordu. Muhyiddin-i Arabî içinden şöyle geçirdi:


“–İnsan, mahlûkât içinde kendisini en aşağı bilmeli, mütevâzî olmalı; ama ben herhalde şu günahkâr gençten daha üstünüm. Şarap da içmiyorum, laubâli hareketler ve ahlâksızlıklar da yapmıyorum.”


Tam o sırada denizden bir feryad duyuldu:


“–Batıyoruz, İmdâd!..”


Bu sesi duyan genç, elinden testiyi atarak kaşla göz arasında denize fırladı ve birkaç dakika içinde boğulmak üzere olan dört kişiyi kurtararak sahile taşıdı.


Sonra da olan biteni hayretler içinde izleyen İbn-i Arabî hazretleri, biraz önce aklından geçen tereddütlerine cevap buldu ve:


“–Bak, o küçümsediğin, günahkâr ve hakîr gördüğün genç, dört kişiyi birden kurtardı. Ya sen ne yaptın!? Bir kişi bile kurtaramadın!..”


Bu kıssada da anlatıldığı üzere, zâhirî davranışlarını gördüğümüz birtakım kişilerde, göremediğimiz bazı kabiliyet ve cevherler olabilir.


Peygamberlerin dışında, hiç bir kimsenin son nefes garantisi yoktur. Bu bakımdan tasavvuf ehli, Allâh’ın kullarını istihkarı, kalbin cinâyeti olarak kabul etmişlerdir.


Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları



SON SÖZ:


Günümüzde Yaşayan Son Mesnevihan Hayat Nur Artıran Hocamızın “Aşk bir Davaya Benzer” isimli kitabından Suizan’ın zararları konusundaki alıntıyla yazımızı bitiriyoruz:




“ Bakara sûresi, 284. Ayet :

“İçinizdekini gizleseniz de açıklasanız da Allah ondan ötürü sizi hesaba çeker.”


İçimizde kalan gizli bir duygu ve düşüncenin kime zararı var ki Allah bizi hesaba çekip yargılasın? Öncelikle kendimize, sonra da çevremize zararı var.


Varsayımlara dayanarak çeşitli vehimlerle hayatımıza yön vermeye çalışmak elbette hem bizi hem de çevremizi olumsuz etkileyecektir.


Gerçekte hiç olmayan bir şeyi çeşitli vehimler neticesinde olmuş gibi algılayıp, sonucu depresyona varan vakaları yaşamak elbette son derece tehlikelidir.


Hem kendimize hem de çevremize zarar verir. Tıbbın depresyon dediği şey genellikle vehimlerimiz neticesinde ortaya çıkan bir rahatsızlıktır.


Vehim, olmayan bir şeyi olmuş gibi algılayıp öylece kabul etmek, ona göre düşünmek, duymak, görmek ve karar vermek demektir.


Bu da insanı kördüğüm yapıp dipsiz, karanlık bir kuyuya atar. Olmayan bir şey vehimlerle yani negatif duygu, düşüncelerimizle gerçeğe dönüşür.”


İsrâ sûresi, 36. Ayet      :

“Emin olmadığın bir şeyin ardına düşme, tüm duyguların ondan sorumlu olur.”


******


Allah hepimizin Kuran ahlakıyla ahlaklanmamızı nasip etsin...




 
Bu hafta canım kardeşim Faik'im yeni bir imaj yaptı sağolsun: Ayhan Işık BIYIĞI :-)
(17 Kasım 2017)

Suizan kul hakkına girer. Suizan etmeyelim. 



“Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen de hayatından lezzet alır.” (Bediüzzaman Said Nursi)



Celalin Penceresinden


13 Kasım 2017 Pazartesi

Nefsime Tavsiyeler


Nefsime Tavsiyeler

 

Günaydın sevgili gönül dostlarımız, güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle…  

 

Bu haftaki yazıda kendimle bir söyleşi yapacağım; size değil kendime nasihat edeceğim.

 
Yıl 2005-2017 , Yaş 32-44
Bu resmi haftaiçi Facebook'a anı olsun diye koydum.
Bazıları moral vermek için, abi daha gençleşmişsin, dediler.
Elbet yaşlandık, yaşlanmak nimettir çünkü olgunlaşmaktır. O zaman çağla idik, şimdi yavaş pişip şekerpare kayısı oluyoruz elhamdülillah.
Onlara latife yaptım
"Bekarım derdim yok ondandır :))"

Dileyen nefsimle beraber dinlesin !

 

DİNLE EY NEFSİM !

 

Bu dünya çalışma sahası, dinlenme yeri değil. Tamam az uyuyorsun, her sabah seni tatlı uykundan uyandırıp teheccüd, sabah ve işrak namazları kıldırıyorum. Ama inanki bu sana işkence değil. Ahirete gidince mükafatını fazlasıyla alacaksın inşallah.

 

Ölüme hergün daha da yaklaşıyorsun ve Celal herkes gibi kesinlikle sende öleceksin. Hani günler öncesinden pazartesi için yazı hazırlıyorsun ve yayın saati hızla geliveriyor ya. İşte aynen öyle ölümde hızla geliverecek.

 

İşte o an keşke çok uyumasaydım, boş durmasaydım da daha çok sevap biriktirseydim, diyeceksin. Unutma Celal, İMANLI KULLAR için burası çalışma dünyası; kabir, uyku ve dinlenme yeri; ahiret ise, dünyada yaptığın iyilik ve ibadetlerinin karşılığını göreceğin mükafat diyarı.

 


Peygamber Efendimiz SAV buyurmuşki: “Dünya ahiretin tarlasıdır.”

 

HEP ÜZÜLDÜN AMA

 

Celal, sen gelecekten sakın endişelenme. Geçmişte olduğu gibi yine kadere teslim ol. Rabbin seni hiç bıraktı mı, en umutsuz anlarında hep bir kapı açmadı mı, düşün Celal.

 

Hani sen ilkokuldan sonra yanlış tercihle koleji kazanmıştın ve baban, yüksek enflasyondan okul taksitleri zor yatırmış, kolejin orta kısmını bitirince, zorla meslek lisesi sınavına sokmuştu.

 

Sen üzülüyordun Celal, ingilizce öğrenmem boşamı gidecek, iyi üniversiteyi meslek lisesinde kazanmam çok zor, diye. Babana söz verdin sınavda sallamıycam diye…

 

Sonuçta 1988’de meslek lisesi elektronik bölümüne girdin. Hastalığın belli olmaya başladı, dengesiz yürüyordun, çabuk yoruluyordun. Okul çok uzaktı. Annen sabah yorgun olduğun için zorla kaldırıyordu, iki vasıta değiştirip uzun yürüyüşle okula varıyordun.

 

N’olacak bu yürümemdeki dengesizlik, babama söylesem mi, belki çok basit tedavisi vardır, diyerek düşünmekten geceleri uyuyamazdın.

 

Ha o sırada bir de, Allah bir kızın aşkını kalbine yazdı. Yazdı çünkü kalpler Allah’ın elinde…

 


Geceleri uykusuzluğunun bir sebebi de, sürekli o kızı düşünmendi artık.

 

İşte o haldeyken üniversite sınavına girdin. Bir soruyu yanlış cevapladığın için ingilizce öğretmenliğini kaçırdın, son tercihin Selçuk Üniv MYO Elektronik bölümünü kazandın. Üzülmüştün.

 

Üniversitede evlilik planları yaparken sevdiğin kız terketti, hastalığın ilerledi ve okulu zor bitirdin. Yine çok üzülüyordun. Hastaneye yattın. Acaba tedavi olacak mıyım derken doktor hanım umutlarını yıktı.

 

“Bu hastalık dengesiz yürümeyle başlar, sürekli ilerler ve tekerlekli sandalyeyle devam eder. Sonunda yatalak duruma gelir” dedi.

 

Nefes almadan dinliyordum ve göz pınarlarım dolmaya başlamıştı. Henüz yirmi yaşında bir gençtim. Hayatın baharındaydım.

 

Yıllarca hayalini kurduğum düz yürüyebilmek gerçekten hayale dönüşüyordu. Sonra devam etti:

 

“Celȃl, sen şimdi hastalığının henüz başlangıç dönemindesin. Bu hastalığın sebebi bilinmiyor ve maalesef tıbben tedavisi yok.”

 

Dişlerimi sıkıyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

 

“Bugünler senin iyi günlerin. Sen asla çalışamazsın. Yakında tekerlekli sandalyeye düşeceksin ve ilerde yaşarsan yatalak olabilirsin. Özetle durumun böyle.” Dedi.

 

Artık daha fazla kendimi tutamadım ve çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladım.

 

Çok üzüldün. Hastalık, aşk acısı derken gelecek korkusu oldu ama çabuk toparladın.

 

GÖRDÜNMÜ HEPSİ HAYIRMIŞ

 

Sen o zamanlar belki çok üzülüyordun ama Allah senin kaderini öyle güzel çizmişti ki...

 

Yani paralı okulu kazanman ve yarım bırakarak Meslek lisesine girmeni sağlaması, üniversite sınavında senin bir soru daha çözmeni nasip etmemesi…

 

Evet, geriye dönüp baktığında bunlar senin için hep hayırlısıydı.

 

Eğer dört yıllık üniversite kazansaydın, bitiremezdin çünkü… Nedeni, bu hastalığının iki yıllık üniversiteyi bitirirken belirginleşmesi ve artık engelli sıfatı ile anılmandı.

 

Üniversiteyi zorla bitirsen  bile iş bulamazdın, tekerlekli sandalyede öğretmen var mı?

 

Engelli oldun ve bu halde nasıl çalışırım derken, İngilizcen sayesinde Allah iş nasip etti. Okullara uzakta olup hergün yürüyüş yapmakla kasların güçlendi, normalde 18-20 yaşta tekerlekli sandalyeye düşülürken sen yirmibeşinde düştün.

 


Türlü streslerle depresyona girip hastanede yattın, hastalığın ilerledi. Nasıl çalışıp emekliliğe ulaşacağım derken, Rabbin sabır ve güç verdi, emekli oldun.

 

Yani sen dua etmedin ama kaderine razı oldun, O’da sana hep hayırlısını yaşattı.

 

YİNE KADERE TESLİM OL

 

Allah kader planında daha neler yaşatacak, sabret. Yine O’na güven. Teslim ol, Tevekkül et. Huzur bul.

 

Gelecekten asla endişe etme. Anneme babama bişey olursa deme. Rabbinin merhametine sığın. Annen babanın yaptığı herşey senin iyiliğin içindir.

 

Bunun gibi Rabbin de yaşattığı herşeyi senin iyiliğin için yaşatır.

 

Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler, de.

 

ALLAH, Dilerse sana şifa verir, dilerse sana yeni aşk verir. Kalpler Allah’ın elinde…

 

Yaşayan Son Mesnevihan sevgili Hayat Nur Artıran Hocamız der ki:

 

Hz. Mevlana, “Aşk nasip işidir, hesap işi değil. Aşk adayıştır, arayış değil.” der.

 

“Cenab-ı Allah’ın bir kula en büyük lütfu, keremi ona Aşk’ı nasip etmesidir.“

 

Ve Yunus Emre Hazretleri (1238-1320) gibi şöyle de , huzur bul inşallah:

 

Cana cefa kıl ya vefa

Kahrın da hoş, lutfun da hoş,

Ya derd gönder ya deva,

Kahrında hoş, lutfun da hoş.

 

Hoştur bana senden gelen:

Ya hilat-ü yahut kefen,

Ya taze gül, yahut diken..

Kahrında hoş lutfun da hoş.

 

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa,

İkiside cana safa:

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Gerek ağlat, gerek güldür,

Gerek yaşat gerek öldür,

Aşık Yunus sana kuldur,

Kahrında hoş, lutfun da hoş.

 


Şeker komasını saymadım, Bakalım bu hayatta daha başıma neler gelecek,

Görelim Mevla neyler, Neylerse güzel eyler.

 

Çok şükür bugünüme, Binlerce Elhamdülillah…

 

 

Celalin Penceresinden