5 Eylül 2016 Pazartesi

İnsanların Ne Kadar Fakir Olabildiklerini Gördün mü?


İnsanların Ne Kadar Fakir Olabildiklerini Gördün mü?


Bu yazıda hayat hikayemi anlattığım yeni çıkacak kitabımdan alıntılar yapmak istiyorum.

 
Konya Ereğli 1980

Öncelikle Ereğli’de başladığım ilkokul yıllarımdan bir tavsiyem olacak.


Sonra Ankara’ya neden taşındık, kolej okurken hala utanarak hatırladığım ve yazıyı okuyanların aynı hataya düşmemeleri için yaşadığım duyguyu anlattım.


MİNİK TAVSİYE


İlkokul üçüncü sınıf dahil, Konya Ereğli’de Sümer İlkokulunda okudum.


İlkokul sıralarında yaşadığım bir anektodu bir yazıda şöyle anlatmıştım:


ÇOCUKLARIMIZ İÇİN BİR MİNİK TAVSİYE:


İlkokula giden çocuklarınızı markete götürün. Aldıklarınızı kasaya götürmeden ne ödeyeceğinizi o hesaplasın.


Babacığım, sanırım 1981’de veli toplantısında ilkokul öğretmenimden bir tavsiye almış.


Yıllarca bakkala hep beni gönderdiler. Gidip gelirken sürekli kafamdan hesap yapardım. Çünkü annem gelince paranın tek tek hesabını sorardı:


“3 ekmek şu tutar, yarım kilo peynir şu tutar, şu kadar artacak, gibi ... ”


ANKARA’YA NEDEN TAŞINDIK


1982 yılında babamın işi dolayısıyla Ankara Etimesgut’a taşındık. Aslında babacığım Ankara’da çalışıyor, orada işçi misafirhanesinde kalıyordu.


Çünkü babannem bizi göndermemişti. Onbeş yaşında ölen Celal amcamın acısıyla bana çok düşkündü. 


Babam o sıralar Ankara’daki işinden ayrılıp köyde çiftçilik yapma niyetindeymiş. Babannem ölüm döşeğindeyken babamı Ereğli’ye çağırtmış ve demiş ki:


“Ese’m (İsa yerine Ese derler) yavrum, al çocuklarını git. Türkiye’nin neresi olursa git. Çocuklarını okut. Sakın işinden ayrılma. Köyün durumu zaten ortada. Eğer işinden ayrılırsan, ahirette iki elim yakanda olur.”


Babannemin vefatından sonra 1982’de Ankara’nın Etimesgut semtine taşındık. Şeker fabrikasına yakındı. Tabi o zamanlar Etimesgut belediye değildi ve gecekondu bölgesiydi.


GECEKONDU EVİMİZ


Ankara Etimesgut’ta altı yıl bir gecekonduda oturduk. Banyo, yatak odası içindeydi. Mutfak ve hol evin girişindeydi. Sadece oturma odası vardı ve biz üç kardeş orada yatıyorduk.


Tuvalet evin dışında bahçedeydi. Bazen korkudan gece tuvalete gidemezdik. Kışınsa soğuktan çıkmak istemez, hatta bazen sabaha kadar kendimi tutardım.


Gecekondu mahallemizde bakkal Nurettin amcamız vardı:


Ben, ortaokul yıllarımda yazın Nurettin amcaya yardım ederdim.  Nurettin amca, özellikle Cuma günleri bakkalı bana bırakır, Cuma namazına giderdi.


Güvenilmek çok güzel bir duyguydu. Babam Ankara’da olduğu zamanlarda akşam işten çıkınca uğrar, muhabbet ederlerdi. 


Bahsettiğim yıllar 1985 gibi seksenlerdi. Enflasyonun yüksek olduğu, her gün zam gelen yıllardı.




Ben bakkalda yardım etmek için dururken toptancı malzemeci gelir, yeni erzak indirirdi. Toptancı, Nurettin amcaya derdi ki:


-Amca bunlara iki defa zam geldi, etiketin hala eski fiyat, değiştir amca...


Nurettin amca, karışma evlat, sen malzemeni koy git, derdi. Ben anlam veremezdim, babama anlattım.


Babam birgün işten çıkınca uğradığında muhabbet ederken bu meseleyi sordu. Nurettin amca cevaben dedi ki:


-Oğlum, insan helalinden kazanmalı...  Ben, mesela aldığım bir ayçiçek yağını dükkandakiler bitene kadar, alış fiyatım artı cüzi kârımla satarım. İsterse yüzde yüz zam görsün evlat.


-Kazancım böyle helal olmasaydı, evlatlarım hayırlı olur ve okuyabilir miydi?


Gerçekten de, Nurettin amcanın dört kızı vardı. Hepsini okutmuş, evlendirmişti.


Birisi hemşire, ikisi öğretmen, birisi eczacı.... Damatlarından biri doktordur, torunlarından biriyle ben aynı koleje gidiyordum.


Nurettin amca zamanında çok zenginmiş, iflas etmiş ve bir bakkal dükkanı açmış. Bakkalın helal kazancıyla da dört kızını okutmuş.


Nurettin amca 1992’de ben Konya’da üniversitedeyken vefat etmiş. Ben bazen düşünüyorum. Yalan dünya, habire zam yapıp çok kazansaydı, nolacaktı?


Yine sonunda ölüm yok muydu? Allah rahmet eylesin. Mekanını cennet etsin.


İNSANI DEĞERLİ YAPAN ŞEY


Böyle bir gecekonduda altı yıl yaşadık. Yükseliş Kolej’inde okurken de bu gecekonduda oturuyorduk. Kolejde çok zengin ve yüksek kademe insanların çocukları okuyordu.


Şimdi utanarak hatırlıyorum ki, o zamanlar gecekonduda oturmaktan; babamın köylü olmasından, annemin başörtüsünden utanıyordum...


Mesela, kürklü kadınların katıldığı veli toplantısında başörtülü annemden utanmıştım.


Ama o zamanlar birisi bana şu hikayeyi anlatsaydı, eminim bakış açımı değiştirirdim.


***


Zengin bir baba küçük oğlunu insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek için bir köye götürür.


Çok fakir bir aile, baba ve oğlunu bir gün boyunca kerpiç evinde ağırlar.


Yolculuktan dönerken arabada baba oğluna sorar;


-İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?

-Evet! Gördüm baba.

-Ne öğrendin peki? Anlat bakalım.


-Bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri.


Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün ufku görüyorlar.



Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için teşekkür ederim baba.


***


Ben çok saf bir çocuktum. Dünyayı sonsuz sanıyordum. Sanki yaşlılar hep yaşlı, biz çocuklar hep çocuk kalacağız ... Ah be yalan dünya kimseye kalmıyormuş.


Kolejde okurken birgün, resim dersinde öğretmenimiz: “Evinizin odalarının krokisini çizin" demişti. Ben de bir arkadaşımın evini çizmiştim.


Büyüdükçe anladım ki,  insanı değerli yapan şey, köylü, başörtülü olması veya oturduğu ev değil, ahlakının güzel olmasıdır.




Güleryüzlü mütevazi insanı kul da sever, Allah’ta…


MUTLUYDUK


Gecekonduda otururken ne kadar da mutluyduk. Akşamüstleri annem, komşularla beraber bahçede toplanır; çay içer ve muhabbet ederlerdi. Erkek kardeşim, arkadaşlarıyla maç yapardı.


Ben ise çoğu zaman evde oturur veya bisikletime binerdim. Trafik yoğun değildi. Kızkardeşim henüz çok küçüktü.




Yazları, cumartesi akşamları, komşularla beraber çekirdek veya patlamış mısır alıp, çay bahçesine videoda film seyretmeye giderdik.


1980’lerde televizyonda sadece TRT kanalı vardı, ve henüz VCD, DVD’ler yoktu.


Babam Şeker Fabrikaları Sondaj ekibinde başsondördü. Onbir ay Türkiye’nin çeşitli illerinde su kuyusu açarlardı. Ayda bir kaç gün eve gelebilirdi.


Eve izne geldiğinde biz üç kardeş çok sevinirdik. Kızkardeşim babama çok düşkündü. Gidince ağlar ve anneme “Babam keşke gitmese” dermiş.


Şu anda, bu kez o gurbettedir, Çorum’da öğretmenlik yapmaktadır, evlidir ve iki kızı vardır, yine de her gün en az iki defa babamı arar.


Şimdi apartmanda oturuyoruz. Bahçemiz de yok; kayısı, erik ağacımız da yok. Gecekondu mahallesinde yaşanan o içten komşuluklar, şimdilerde çok azaldı.


Evet, büyükşehirlerde aynı apartmanda oturan insanlar bile birbirine selam vermiyorlar fakat Efkan Vural hocamgil ve bizim komşuluğumuz, iyi komşulukların hala var olduğuna güzel bir örnektir.


Artık Etimesgut’ta hiç gecekondu kalmamış. Her yer beton yığını... Apartmanlar... Çocuklarımız artık eve hapis... Allah sonumuzu hayretsin.



Celalin Penceresinden


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder