22 Ağustos 2016 Pazartesi

Asla Umudunuzu Kaybetmeyin


Asla Umudunuzu Kaybetmeyin

 

Hiçbir zaman ümidinizi yitirmeyin. Size, yapamazsın, başaramazsın denilip moralinizi bozsalar bile, asla Ye’se kapılmayın, Görelim Mevlam neyler, Neylerse güzel eyler, deyip Allah’a tevekkül edin.

 


Zümer suresi 53. Ayetinde Allahü Teala, asla umutsuz olma, umutsuzluk haramdır, demiştir.

 

‘De ki: Ey nefislerine uyup haddini aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O mutlak Gafur’dur, mutlak Rahim’dir. (O çok bağışlayan, çok esirgeyendir) ’ (Zümer suresi, 53. ayet)

 
 


Ankara’dan yaz dönemi için Ereğli’ye geldiğimiz ilk günlerde Mayıs 2016’da komşumuz öğretmen Birgül Gökbudak hanımın kızı Seher ve dört kız arkadaşı Celal abilerini ziyaret ettiler.

 

Seher ve arkadaşları Tıp’ta okuyordu. Ereğli’ye gezmeye gelmişlerdi. Engelliler haftası nedeniyle fakirle sohbet etmek istemiş ve ziyaretime gelmişlerdi.  

 

Keyifli sohbet sırasında onlara; Siz yakında doktor olacaksınız, Size iki yazı okutup bir tavsiyede bulunmak istiyorum, dedim.

 

Ben şimdi emekliyim ama 1993’teki hastalığımın teşhisini koyan doktoru dinleseydik, ben asla çalışamazdım ve hayattan bezgince evde yatıyor olacaktım, diye ekledim.

 


Size hayatımı anlattığım kitaptan, nasıl asla çalışamazsın denilip, Rabbimin nasıl çalışmamı nasip ettiği ile ilgili bölümleri okumanızı isterim, dedim, Seher sesli okudu.

 

AH DOKTOR HANIM

 

“Kasım 1993’teydi. Hastaneye yatalı yirmi gün olmuştu. Yapmadıkları tahlil, test kalmamıştı. Defalarca kan aldılar. Ekg, Emg, Tomografi,.. her şeyi yaptılar.

 

İki defa MR (emar) çekildi. O sıralarda elimi arada duvardan destek alarak yürüyebiliyordum.

 

“Bir sabah uyandım. Doktorlar dokuz gibi vizite gelirlerdi. Yine duvardan destekle yürüyerek hastane balkonuna çıktım. Üniversitede yurtta alıştığım illeti yaktım.

 

Balkondan hastane bahçesindeki koşuşturan insanları seyrederken gözüm daldı. Dumanı üflerken anılar film şeridi gibi geçti. Daha dört ay önce üniversiteyi bitirmiştim.

 

Tüm çocukluğum ve delikanlılığım boyunca hep alay edilirdim: “Sen sarhoş musun? , Niye düz yürümüyorsun? Yamuk! İçtin mi sen? , Sallanmasana! Dik dursana bi ya! Dengesiz! vs. …

 

Yürürken balkonlardaki insanların bakışlarından çok utanırdım ama, daha bunun bir hastalık olduğunu bile bilmiyordum. Sanki böyle yürümeyi ben istiyordum?

 

“Kendimi bildim bileli, geceleri dökmeden çay taşımanın ve dümdüz yürümenin hayalini kurardım.

 

Belki bir ilaçla veya iğneyle düzelebilme ihtimali vardır, belki çok basit bir tedavisi vardır diye düşünürdüm.

 

Ama kimseye derdimi söyleyemedim. İnsanların nasıl düz yürüyebildiklerini çok merak ederdim.

 

Hani doğuştan görme özürlü birisi, görmenin nasıl ve ne demek olduğunu anlayamazmış ya, mesela renkleri,  benimki de aynen öyle.

 

İşte şimdi beni hastanede inceliyorlardı. Ümitle sonucu bekliyordum. Belki de iyileşecektim…” Saat dokuza geliyordu. Tekrar odaya geçtim.

 

“Doktorlar geldi. Bizimle ilgilenen doktorlar, klinik şefine biz hastaların durumu hakkında bilgi verdiler. Her günkü sabah kontrolü bitmişti.

 

Ben odadaki diğer hastalarla sohbete başladım. Konu müzikten açıldı. Ben yurtta Orhan Gencebay’ın şarkılarını çok sevmiştim.

 

“Yanımdaki hasta ‘Ben Samsun’da yol üstü lokanta işletiyorum. Orhan bey, bana Samsun’a her gelişinde uğrar.’ dediğinde çok sevindim. O hastaya:

 

“Abi keşke ben de tanışabilsem” dedim.

 

“Kahkahalarla böyle sohbet devam ederken, benimle ilgilenen bayan doktor odaya girince sustuk.

 

“Yanıma geldi, içimi bir garip heyecan kapladı.

 

‘Celȃl, senin hastalığının ismi Friedreich Ataksisi’ dediğinde sözünü kestim.

 

‘Nasıl doktor hanım, ney pardon anlayamadım’, dedim.

 

Daha hastalığın adını bile telaffuz edemiyordum.

 

“Bu hastalık dengesiz yürümeyle başlar, sürekli ilerler ve tekerlekli sandalyeyle devam eder. Sonunda yatalak duruma gelir” dedi.

 

Nefes almadan dinliyordum ve göz pınarlarım dolmaya başlamıştı. Henüz yirmi yaşında bir gençtim. Hayatın baharındaydım.

 

Yıllarca hayalini kurduğum düz yürüyebilmek gerçekten hayale dönüşüyordu. Sonra devam etti:

 

“Celȃl, sen şimdi hastalığının henüz başlangıç dönemindesin. Bu hastalığın sebebi bilinmiyor ve maalesef tıbben tedavisi yok.”

 

Dişlerimi sıkıyor ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum.

 

“Bugünler senin iyi günlerin. Sen asla çalışamazsın. Yakında tekerlekli sandalyeye düşeceksin ve ilerde yaşarsan yatalak olabilirsin. Özetle durumun böyle.” Dedi.

 

Artık daha fazla kendimi tutamadım ve çocuk gibi hıçkırarak ağlamaya başladım.

 

Doktor Hanım odadan çıktı. Oda arkadaşları teselli veriyorlardı, ama duymuyordum. Yatağa uzandım. Battaniyeyi üstüme örttüm ve ağlamaya başladım.

 

“Babam, kendimi idare ettiğim için refakatçi olarak kalmıyordu.

 

Saat oniki gibi gelince bakmışki üstüm örtülü. Uyuyorum sanmış. Odadaki diğer hastalar babama, uyumuyor, ağlıyor deyince üstümdeki battaniyeyi kaldırdı.

 

Babamı görünce tekrar ağlamaya başladım. Gözlerim ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Durumu anlattığımda hemen doktorla görüşmeye gitti.

 

“Gencecik çocuğa birden böyle söylenir mi?” diye münakaşa etmiş.

 

Doktor Hanımın babama cevabı şu olmuş:

“Ama hastanın kendi durumunu öğrenmeye hakkı var.”

 

Babam o zaman alıştırarak söyleseydiniz ya diye doktora epey bağırmış.

 

Sonunda doktor Hanım odama gelerek bana:

 

- Celȃl senin hastalığının henüz tedavisi yok ama, bak tıp çok hızlı ilerliyor. Yakında bu hastalığa da bir çare, bir ilaç bulunabilir. Her zaman umutlu ol, dedi.

 

Kısmen biraz da olsa rahatlamıştım.

 


***

 

Bazı doktorlar önyargılı bilgilerle hemen karar veriyorlar. Meşhur şu sözü duymuşsunuzdur;

“Asla bir insanın umudunu kırmayın, belki de sahip olduğu tek şey umuttur.”

 

Allah’ın herkes hakkında mutlaka bir kader planı olduğunu anlayamamış ne yazıkki...

 

Her insan özeldir. Cenab-ı Allah, bana çalışabilmem için her sebebi hazırlamıştı.

 

Hastaneden çıktıktan dört ay sonra Nisan 1994’te, tesadüf zannettiğim sebeplerle beni özel şirketteki işime kavuşturdu elhamdülillah. Anlatacağım.

 

İNGİLİZCE ÖĞRENMEM BOŞA DEĞİLMİŞ

 

SSK Hastanesi’nden çıktığımda verilen rapor ile babama: “Bu çocuk hiç bir iş yapamaz, bakmakla yükümlüsün.” demişlerdi.

 

Babam bunu kabullenemedi. Çünkü üniversite bitirmiştim.

 

İş ve işçi Bulma Kurumu’na başvurduk. Onlar bizi özürlülük raporu almak için bir devlet hastanesine gönderdiler.

 

Bu hastaneden %40 özürlüdür ve getir götür işlerde çalışabilir diye rapor verdiler.

 

Çünkü mesleğimi dikkate almamışlardı. Ama biz İş ve İşçi Bulma Kurumu’na sadece devlet kuruluşlarında çalışır diye kaydettirdik.

 

Birkaç hafta sonra babam beni moral olsun diye Kızılay’a götürdü. Babamın kolunda yürürken İş ve işçi Bulma Kurumu’nun önünden geçiyorduk.

 

Babam bana: “İstersen gel, özel şirketlerde de çalışabilirim diye değiştirtelim.” dedi. İçeri girdik. Özel şirketlerde de çalışabiliriz diye kaydımızı değiştirtmek istediğimizi söyledik.

 

Yetkili bize dedi ki “Senin bir mesleğin var mı?” Bende “Elektronik teknikeriyim.” dedim.

 

“Tamam” dedi. “Karel diye bir firma var, biz oraya 5-6 özürlü işçi gönderdik, birkaç hafta içinde beğenmeyip çıkardılar. Bir de siz gider misiniz?” dediler.

 

Verilen adres Çankaya’ydı. Biz ise Sincan’da oturuyorduk. 1989 yılında “Çocuklar büyüyor” diye gecekondudan Sincan’a apartman dairesine yine kiraya taşınmıştık. 

 

Çankaya ile arada kırk km vardı. Neyse babamın kolunda otobüsle gittik Çankaya Karel'e... Orada bir yetkili beni beğendi ve dedi ki “Burası genel müdürlük, fabrika ve arge Sincan'da... Yarın Sincan’daki fabrikaya gidin görüşün.”

 

Kafamda birsürü soru vardı. Ben artık engelliydim. Zaten oraya engelli kadrosuyla girecektim.

 

Aklımda beğenilmeyen özürlü işçiler vardı. Ya beni de beğenmezseler, ya birkaç hafta içinde beni de çıkartırlarsa diye endişe duyuyordum.

 

Henüz engelli sıfatı ile anılmaya da alışamamıştım. Değişik duygularla Sincan Karel'e gittik.

 

Fabrika müdürüyle görüştük. Önce bir elektronik bilgisi testi, sonra hastalığım hakkında konuşmalar...

 

Görüşme sonunda babam : “Benim oğlum Yükseliş Kolejinde okudu, ingilizcesi de iyidir” dedi. ”Öyle mi?” deyip beni patronla görüştüreceğini söyledi.

 

Benim, patron denince yaşlı, göbekli, kibirli biri gözümde canlandı.

 

İçeri girince, otuzlu yaşlarda, zayıf, uzun boylu, gri pantolon ve mavi gömlekli, talebe gibi sade giyimli birini görünce şaşırdım.

 

Müdür bey, Yaman Tunaoğlu bey deyip tanıştırdı. Elimi sıkıp oturttu. İngilizce ve elektronik bilgimi test etti.

 


Çünkü sonradan öğrendim. Boğaziçi mezunu ve ABD’de masterını yapmış bir elektronik mühendisiymiş.

 

Bana teknik bir ingilizce kitaptan bir sayfa okutup, tercüme etmemi istedi. Ettim ve sonuçta beni beğendiler, ki yarın sabah gel başla, dediler.

 

Araştırma-geliştirme (Ar-ge) bölümünde bir mühendis işten ayrılmış ve öyle sanıyorum ki benim o işi yapacağımı kanaat etmiş. Ar-ge’de çalışmaya başladım.

 

Allah ondan razı olsun. Aslında iki yıllık üniversite bitirmeme rağmen bu işi öğrenip tecrübe kazanmam iki yıl sürdü.

 

Sonradan anladım ki Allah beni seviyordu. Benim kaderimi böyle yazmıştı. İngilizce öğrenmem boşa değildi. Dünyada Allah'ın yaptığı hiç bir iş malayani değildir.

 

Hem masabaşı güzel bir iş yapıyordum, hem de işyeri evime yedi km idi. Allah’a binlerce hamdolsun.

 

******

 

Evet kızlar işte böyle. Ne olursa olsun, asla hastalarınızın  umudunu kırmayın…

 

“Asla bir insanın umudunu kırmayın, belki de sahip olduğu tek şey umuttur.”

 


Müstakbel doktor kızlar:
Celal abi dersimizi aldık, çok teşekkür ederiz, iyi ki seni tanıdık,
dediler.

 

Kızlar, birde şu yazımdan nasihat alacaksınız inşallah… Okuyunca hepsi, Celal abi, kadın doğum doktoru olursak, asla hastalarımıza böyle bir teklif yapmayız, dediler.

 

FANTASTİK SORU

 

Sizlere fantastik bir soru soracağım.

 

Mesela annem bana hamileyken doktor babama deseydi ki:

 

“Oğlunuzun yavaş ilerleyen bir hastalıgı var. Önce sarhoş gibi yürüyecek ve sonra tekerlekli sandalyeye mahkum olacak. Ömrünün sonuna kadar bakıma muhtaç olacak... Hatta ileride yatalak olacak.“

 

Babama, annemi kürtaj yaptırmasını tavsiye eder miydiniz?

 

Cevabınız olumlu ise ben olmayacaktım.

 


Ben bebeği engelli olacak diye kürtaj yaptıranlara çok üzülüyorum. O bebeğin nasıl bir insan olacağını asla bilemeyiz. Allah’ın takdirine rıza göstermeliyiz.

 

Cenab-ı Allah’ın en hoşuna giden şey, kulunun takdirine rıza göstermesidir.

 

Eğer böyle bir günah işlemişsek af talep etmeliyiz. Allah gaffar-u rahimdir.

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder