25 Temmuz 2016 Pazartesi

Ben 2003’te Darbe Yaptım


Ben 2003’te Darbe Yaptım

 

15 Temmuz 2016 Cuma akşamı 22 sularında başlayan ve sabah saatlerine kadar devam eden yönetime el koymayı amaçlayan '' Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cuntanın parlamenter demokrasimize yönelik darbe girişimi'' oldu.

 

Sivil, asker, polis toplam 240 şehidimiz ve binbeşyüz’e yakın yaralımız oldu. Ölenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar dileriz.

 

Çok şükür, kahraman polis ve yüce Türk milletimizin basiretiyle bu hain darbe teşebbüsü engellenmiştir.

 

En kötü demokrasi bile, askeri darbeden hayırlıdır.

Allah tekrarından korusun, ülkemize birlik, huzur, selamet versin…

 


Ülkemizde televizyonlar günlerce günboyu darbe ile ilgili haberler verdiler. Geçen yerel kanalda bir röportajda bir baba, oniki yaşındaki kızının; Baba, darbe ne demek, sorusuna cevap vermekte zorlandığını söyledi.

 

Evet ben 1980 darbesini hayal meyal hatırlıyorum, yedi yaşındaydım.

 

Darbe, seçimler olmadan ülkenin seçilmiş yönetimini silahlı güç kullanarak ele geçirmektir. Ama bendeniz bu yazıda size 2003 yılında yaptığım darbeden bahseceğim.

 

İLAHİ AŞKLA YANANLAR

 

Naçizane ben ilahi aşkla yananlardan değilim fakat kendimi sadece ilahi aşk denizinin kıyısına ulaşabilmiş bahtiyarlardan sayıyorum.

 

Artık gayem, Hem Allah’ın rızasını kazanabilmek, hem de O’nun sevgisini kaybetmemek için...

 

Ben kendimi bildim bileli bu dengesiz yürüme (Friedreich Ataksisi) hastalığım hep vardı. Dengesiz yürürken hep alay edilirdim. Bu yüzden hep içime kapanıktım.

 

Sanki böyle yürümeyi ben istiyordum. Ama neden böyleyim Allah’ım, diye hiç isyan etmedim. Her gece yastığa başımı koyunca, sadece düz yürümenin hayallerini kurardım.

 

Onaltı yaşımda bir kızla karşılaştık. Onu ilk gördüğüm anda gözlerimi ondan ayıramadım. Hele o güzel gözleriyle bana ilk bakışında heyecandan kalbim duracaktı.

 

Bundan sonra hayallerim sadece, normal bir insan gibi dümdüz yürümek ve dökmeden çay taşımak değildi.

 

Sevdiğim kızın benim gücüme güvenip koluma girip yürümesi, bir toplulukta göz göze gelip bana hayranlıkla bakmasının hayaliydi de artık.

 

Artık O, kalbimin zirvesine oturdu. Her zaman onu düşünürdüm. Bilmediğim hastalığımı ve onun düz yürüyüşünü kafama takar, bu aşkın imkansızlığını düşünür, uyuyamazdım.

 


Arabesk aşk şarkıları dinler, sigara içer ağlardım. Arkadaşlarıma hep onunla anılarımı anlatırdım. Onu tanıyan birini görünce sabaha kadar ondan bahsetmesini isterdim.

 

Annem, babam, kardeşlerim bile neler yaşıyorlar, bu ev nasıl geçinir düşünmezdim. Neyse uzatmayayım isterseniz, O beni terk ettiğinde ondokuz yaşındaydım.

 

Moral bozukluğuyla bu hastalık ilerledi ve yirmi yaşında hastaneye yattım.

 

Efendim tekrar hayatımı anlatıp sıkmayacağım. Yirmili yaşlarım engelli kadrosuyla tekerlekli sandalyede çalışmakla, arabesk aşk şarkılarıyla ağlamakla ve hayatı sorgulamakla geçti.

 

Düşün, düşün, düşün… Yeni kararlar almalıydım. 2002 de sigarayı bıraktım.

 

HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI O MEKTUP

 

Yaşım otuz olmuştu.

 

Hayatımın en önemli dönüm noktası 2003 yılında aldığım bir E-mail’dir.

 

Biliyorsunuz E-mail ingilizce bir kelimedir ve elektronik mektup demektir.

 

Stresli çalışma ortamında çalışırken bir e-mail aldım. Mailde bir hikaye vardı. Hikayede anlatılan şeyleri düşünmemiz isteniyordu ve konuyla ilgili çarpıcı sorular soruluyordu.

 

Mail, insan, aynen hikayedeki gemiye bindirilen genç gibi, Allah’ı sevdiğini ispat etmesi için dünyaya sabır imtihanına gönderildi, diye devam ediyordu.

 

Bizler de, gaflet uykusundan uyandığımızda, yani dünyamızın, uzay denen okyanusta yüzen bir gemi olduğunun şuuruna vardığımız o an, hepimiz mantıken şöyle sorgulamayız:

 

Biz dünyaya nereden geldik, Yaşamın gayesi nedir, Ölüm nedir, öldükten sonra başımıza neler gelecek, Ölen insanlar nereye gidiyor? , vs. …

 

Mailde, bu gibi soruların cevaplarını Kuran-ı Kerim'de bulabilirsiniz, diyordu.  

 

Ve Dünya hayatının değersizliği... Kalpten yapılan bir tövbe ile günahsız yaşama başlanacağı... vs. gibi konularla ilgili ayetleri de, Kuran-ı Kerim'de bulabileceğimizi belirtiyordu.

 

Ve e-mail yani mektup, insan bu soruların cevabını bulamazsa kalpten huzuru, mutluluğu asla yakalayamaz, diye bitiyordu.

 

Kuran’ın Türkçe mealini merak ettim ve Allah’ın nelerden bahsettiğini okudum. Altı yedi ayda bitirdim.

 

Ama defalarca okudum ve ayetlerdeki emirleri yapamaz mıyım diye nefsimle savaşa girdim.

 

Bir söz vardır: “Oku, düşün, uygula, neticelendir” Uygulamaya tam olarak başlamam iki sene sürdü. 2006’da teyemmümle namaza başladım.

 

DARBE

 

Arabeskten zevk almaz oldum ve sanat müziğine meylettim. Artık Türk Sanat Müziği dinliyorum. Yine ağlıyorum ama bu kez merhametten… anlatacağım.

 

İmanın kalbe yerleşmesi için önce kalpteki putları kırmak ve temizlemek gerekir.

 

Para, kadın, şehvet, masiva (günah işlemek) , malayani (faydasız işler) gibi…

 

Ben öncelikle samimi tövbe-istiğfar ederek kalbimi gözyaşlarıyla yıkadım, sevgiyle boyadım ve artık kalbimin zirvesİne Allah’ı yerleştirdim. 

 

Bu yaptığım işi, konuştuğum sözü Allah beğenir mi diye hep teyakkuz halindeyim. Çünkü Allah herşeyi görür, duyar, bize şah damarımızdan yakındır.

 

Yani 2003’te darbe yaptım ve kalbimin idaresini nefis ve şeytandan geri aldım.

 


 
(Nefis vücutta hakim olursa kalp kuyudadır. Ve Kuran’ın ipiyle kuyudan çıkar. )


Kuran’ın Türkçe mealini bitirdikten sonra, Peygamber Efendimizin SAV hayatını merak ettim. Allah’ın en sevdiği kulu O’ydu ama ne çok çileler çekmiş.

 

Efendimizin SAV ve sahabelerin hayatını empati yaparak okudum ve gözlerim yaşlarla doldu.

 

Kainata iman gözlüğüyle bakınca her şey farklı görünüyor. Bu hastalığımda benim kusurum yokmuş. Bu hastalık bana Rabbimin bir hediyesiymiş.

 

Mesela, önceden görmezden geldiğim bir engelli çocuğun yerine kendimi koyarak (empati) onun duygu ve düşüncelerini hissetmeyi öğrendim.

 

Rabbim istediği için namaz kılıyorum, ibadet ediyorum. Allah sevdiği için Efendimizi SAV ve sahabeleri çok seviyorum.

 

Anne, baba, akraba, eş, dost, komşu sevgisini Allah istediği için daha bir içten seviyorum. Hatta bilirsiniz ki Allah, ana babaya öf! bile demeyin, diyor.

 

Namazla, iman kalbimde gitgide pekişiyor. Allah’ın yarattığı tüm kullarına sevgi, şefkat ve merhamet besliyorum.

 

Namazlarımda sadece ailem değil 250 kişiye ismen –bazen- ağlayarak dua ediyorum. Allah affedip bizi cennetine alırsa hiç ayrılmayalım istiyorum.

 

Dinden, oruç, namazdan uzak yaşayan sevdiklerime fırsatını bulunca yumuşak dille bildiklerimi anlatıyorum. Ama cehennemle korkutmadan sevdirerek… 

 

İçimde herkese öyle SEVGİM var ki, inşallah hep beraber direk cennete girelim, o alevli ateşe hiç uğramayalım, istiyorum. Bunun için çabalıyorum.

 


İşte ilahi aşk buna diyorlar. O kıza duyduğum aşk ilahi aşka yükseldi. Önceden herkese ondan bahsederken şimdi sözü hep sohbeti Canan’a bağlıyorum. Yani, Allah’a…

 

Ha şimdi diyeceksiniz ki, sen cennetlik misin ki herkesi kurtarmaya çalışıyorsun?

 

Ben nefsimi en pislik yaratık olarak görüyorum ve Allah beni cehenneme sürüklettirip attırsa haklıdır, çok günahkarım itiraz edemem, derim hep.

 

Sonra Allah tövbeleri kabul eder, çok affedicidir, rahmeti sonsuzdur, der ümitlenirim.

 

Evet ilahi aşk, Allah’a samimi ibadet eden kul, Peygamberimize SAV layık bir ümmet olmaktır.

 

İlahi aşk, Efendimizin SAV sünnetine tabi olarak, ahlakıyla ahlaklanmak ve O’nun tebliğ yolunu takip etmekle tezahür eder.

 

İlahi aşkla yananlar küsmek, kızmak, yorulmak, nefret nedir bilmezler.

 

Yaratandan ötürü tüm insanları severler; öyle severler ki, ateşe doğru uçuşan kelebekleri kurtarmak için çırpınanlar gibi, durmadan sevgiyle koştururlar, yorulma bilmezler.

 

***

 

Fakat nefis ve şeytan beni gaflete düşürtüp tekrar bir darbe yapıp kalbimi ele geçirmek için fırsat bekliyor. Buna fırsat vermemek için namaza devam ediyorum ve sürekli Efendimizin SAV duasını tekrarlıyorum.   

 

“Allah’ım göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa nefis ve şeytanla beni başbaşa bırakma!”

 

Dünya hayatındaki Allah’ı sevdiğimizi ispat etme imtihanı sona erinceye, ölene kadar kalbimizin iman iktidarımızı korumalıyız.

 

Bunun için fakir her namazımın sonrasında Hz Yusuf’un AS duasını ediyorum:

 

“… Allah’ım müslüman olarak canımı al ve beni salih kullarının arasına kat.”

(Yusuf suresi, 101. ayet)

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

18 Temmuz 2016 Pazartesi

Türkler İnsanlığın Umududur


Türkler İnsanlığın Umududur

 

Ramazan boyunca Ereğli’de bir TV programı izledim. TRT1’deki Sen olsan ne yapardın isimli programı izlerken bu yazı kafamda şekillendi.

 

Programda kafe, restaurant, AVM, mağaza, gibi yerlerde tiyatro oyuncuları her bölümde değişik bir mizansen sergiliyor ve halkın tepkisi ölçülüyor.

 

Bir kafeye iki kız, iki erkek dört liseli genç geliyorlar. Sipariş veriyorlar, en son kız çay istiyor. Zengin çocuğu genç yüksek sesle, o kızı küçümsüyor, kapıcı kızısın diye çay mı istiyorsun, senin babanın maaşı benim bi haftalık harçlığım kızım, falan diye aşağılıyor.

 

Sonunda kız dayanamıyor, ben bi tuvalete gidecem diye kalkıyor. Zengin çocuğu hala aşağılamaya şöyle devam ediyor. Sen şimdi bulamazsın, kapısında WC yazıyor…

 

Kafedeki diğer masalardakiler duyuyor ve herkes, oyuncu zengin çocuğu eleştirip ayıplamaya başlıyor.

 

Kızı ağlattın yazık, ayıp sana, ne olur kapıcı olsa, senin babanda kapıcı olabilirdi, sen mi seçtin gibi… Hatta bir müşteri nerdeyse kavga edecekti.

 


Başka birgün minik oyuncular vardı. Kafenin iyi kalpli garsonu kapıda soğuktan üşüyen iki sokak çocuğunu içeri alıp bir masaya oturtup çay getiriyor.

 

Birazdan sıcak poğaçada getircem, gürültü yapmayın çocuklar, deyip masadan ayrılıyor. Etrafdaki masalardan duyuluyor.

 

Biraz sonra minik sokak çocuğu oyuncu kız koluyla çay bardağını ittiriyor ve yere düşen bardak kırılıyor. Şef garson kim aldı sizi, diye azarlıyor, kulaklarından çekerken çocuklar, abi poğaça yiyecektik deyince, yok size, yürü yürü dışarı diye bağırıyor.

 

Bunları izleyen halkımız şef garsona çok kızıyorlar. Bardağın parasını biz verelim, çocukların yediklerini biz ısmarlayalım, diye…

 

Şef garson bunları alıştırmayacaksınız diye söylerken bir müşteri dayanamıyor ve garsonu tekmelemeye başlıyor. Hemen bunun bir oyun olduğunu açıklıyorlar.

 

Meğer, şef garsonu tekmeleyen, babasız olup yetimhanede büyüyen bir gençmiş.

 

Filmlerden ve haberlerde görüyoruz. Avrupa ahlaken çökmüş durumda. En çok intihar edenler İsveç ve Japonya’daymış. Maddi olarak zenginler ama mutluluk, huzur yok.

 

Haberlerde görüyoruz, sokakta yerde kalp krizi geçiren adamın yanından görmezden gelerek geçiyorlar, insanlık bitmiş. Bizde olsa hemen koşar, kolonya, su verir, ambulans çağırırız.

 

İnsanlığın fıtratında sevgi, saygı, güleryüz, fedakarlık, ikram, vardır. Çünkü, çocuklar doğuştan islam üzere bu fıtrattadır, der Efendimiz SAV.

 

Ne kadar bozmaya uğraşsalarda Türkiye’mizdeki halkımızın çoğunluğundaki bu saf samimiyeti bozamadılar. Bozamazlar inşallah, çünkü genlerimizde bu var.

 

ÖNYARGI

 

Fakat genlerimizdeki bu merhamet hissimizi önyargı ile kaybediyoruz. Dikkat edelim.

 

Hemşehrilerim kızmasın, kendilerini gözden geçirsin diye bir anımı anlatmak istiyorum:

 

Geçen sene ramazanda Ulu Cami’de Cuma namazını kıldıktan sonra çarşıya geldim. İftardan sonra çayla içeyim diye Ereğli’nin meşhur Tahinli Pide’sini almak için bir fırının kapısına yanaştım.

 

Akülü sandalyemle fırına giremezdim. Giren çıkan epey kalabalıktı. Beklemeye başladım. Fırıncı beni görüyor, fakat görmezden geliyordu.  

 

Fırına girenlerin hiçbiri buyur yardımcı olalım, ne alacaksan biz getirelim demedi. Hepsi fırının kapısına gelen dilenci sandı. Ah bu önyargı, genlerimizdeki merhameti bastırıyor.

 


Kaldıki dilenci olsam bile 3 TL’ye bir Tahinli Pide alıp ramazanda sevap kazanırlardı.

 

Yirmi dakika sonra sırt çantalı bir turist yanıma geldi. Yarım türkçesiyle sana Tahinli Pide alayım mı, dedi. Evet dedim ve parasını verdim. İsviçre’li turiste teşekkür ettim.

 

WİLLİ BİZİ UNUTAMADI

 

2001’de hayatımızda ilkdefa tatile gittik. O zamanlar annem ve babamın omuzlarına sarılıp çok az yürüyebiliyordum. Otelimizde Alman turistler çoğunluktaydı.

 

Otelde bizim gibi Ankara’dan gelen iki aile ile samimi olduk. Birgün havuz kenarında sohbet ederken bir Alman turistle ingilizce konuştum.

 

Çok az ingilizce bilen Almana bazı anlattıklarımızı işaretle tarzanca anlattık. Biz üç aileyle samimi olan Alman Willi’yi çok sevdik, ve ailesiyle pikniğe davet ettik.

 

Tüm et ve malzemeleri biz üç aile paylaşarak aldık. Alanya Dimçay’a pikniğe götürdük. Her insan kendisine ikram edilmesini sever. Willi ve ailesi sohbet ve kebap, çay, karpuz gibi ikramlardan çok mutlu oldu.

 

Tatilimiz bitmişti. Ertesi gün akşam vedalaşmak için dört aile bizim balkonda çay sohbeti ve okey oynadık. Kahkahalı sohbet çok hoşlarına gitti yine.

 

Sabah Willi ve eşi Alanya Mahmutlar çarşısına gidip üç Türk ailesindeki tüm çocuklara ben dahil tişört almışlar. Birgün sohbette tişörtün ne güzelmiş, demiştim.

 

Vefalı insanlar. Normalde lokantada yedikleri yemeğin parasını bile ayrı ayrı ödeyen Willi ve eşi, samimi insanlığımızı görünce kendilerini karşılık vermeye mecbur hissettiler.

 


Birkaç yıl önce Willi ve eşi beni Face’den ekledi. O zamanki resimleri gönderdi. 2001 sonrası birkaç defa daha Türkiye’ye tatile gelmişler ama o tatilin tadını alamamışlar.

 

BİZ TÜRKLER ÖZELİZ

"-Ey iman edenler! Aranızdan kim dininden dönerse (şunu) bilsin: Allah onun yerine öyle bir millet getirecek ki, Allah onları sever, Onlar da Allah'ı severler. Mü'minlere karşı mütevazi, kafirlere karşı ise (fevkalade) onurlu ve güçlü, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayanın kınamasından kormayan bir millet getirecektir. Bu Allah'ın bir lütfudur ki, onu dilediğine verir. Allah'ın lütfü ve nimeti geniştir, O bilendir.”

(Maide Suresi 54. Ayet)
Birçok müfessir, bu ayet-i kerimede kastedilen milletin, Abbasilerin zayıflmasından sonra öne çıkan "Türk Milleti" olduğunu ifade etmiştir.

Elmalılı Hamdi YAZIR, "Hak Dini Kur'an Dili" adlı tefsirinde bu ayeti şöyle yorumluyor.

 

"...Bu defa Allah Türkleri göndermiş; Arapların kadrini bilemeyip, zayi ettikleri devlet-i İslamı ele alarak İstanbul'a ve oradan kıtaat-ı arzın her tarafına yaymışlar; binaenaleyh Ebnay-i Faris Hadisi'nin delaleti; feth-i Kostantıniyye (İstanbul'un fethi) Hadisi'nin serahati ve "Fe asellahü en ye'tiye bilfethi' va'di İlahisi'nin işareti ile Türkler bu ayetin tebşirine (müjdesine) nail olmuşlardır. (Yazır 1960)

Hatta Diyarbakırlı bir büyük alim olan Celal YILDIRIM bir adım daha öne atarak

 

"Bu vazife halen Türk Milletinin üzerindedir." diyor.

 

İnsanlığı kaybetmiş yeryüzünde Türkler insanlığın umududur….

 

15 TEMMUZ 2016 DEMOKRASİ BAYRAMI

 



Bu Cuma akşamı 22 sularında başlayan ve sabah saatlerine kadar devam eden yönetime el koymayı amaçlayan '' Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki bir cuntanın parlamenter demokrasimize yönelik darbe girişimi'' oldu. 15 Temmuz 2016


 

Sabah haberlerinde gördükki 161 şehit ve binin üzerinde yaralı var.

 


Çok şükür bu darbe teşebbüsü engellenmiştir.

 

Devletimize,milletimize karşı darbe girişiminde bulunanlar her kim olursa olsun adil bir şekilde yargılanıp en ağır cezaya çarptırılmalıdır.

 

En kötü demokrasi, askeri darbeden hayırlıdır.

Allah tekrarından korusun, ülkemize birlik, huzur, selamet versin…

 

 

Celalin Penceresinden

 

 

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Gülümsemek Ruha Huzur Verir


Gülümsemek Ruha Huzur Verir

 

Küçük bir tebessümün bile insanlar üzerindeki etkileri herkesçe bilinir. Tebessüm etmek sevmektir, sevdiğini göstermektir. Ayrıca parayla değildir. Tebessüm eden kişi daima karlıdır, kaybettiği bir şey yoktur.

 

Tebessüm etmek insanların bize karşı güzel düşünmesini, bizi sevmesini sağlar. Ayrıca kişiyi güzelleştirir. Tebessüm eden bir insanın çirkin olduğunu söylemek adeta imkansızdır. Onlarda gizemli bir sevecenlik, bir güzellik vardır.


Hayatımızın her anında tebessüm etmeliyiz. Saatlerce yapılan konuşmaların netice vermediği durumlarda, küçücük bir tebessüm ve birkaç tatlı söz, her şeyi tatlıya bağlayabilir.

 



Gülümsemek, güler yüzlü olmak ve az gülmek sünnettir. Bunlarda sadaka sevabı vardır. Bunlar kalbe hayat verir. Rûha huzur verir.

 

İnsanları kaynaştırır, insanlar arasında güven, sıcaklık ve yakınlaşma meydana getirir. Dostlukları artırır. Düşmanlıkları öldürür, husûmeti kırar. Kırgınlıkları önler.

 

Şeytandan gelen kini, nefreti, öfkeyi, kızgınlığı, küskünlüğü söndürür ve yok eder.

 

Peygamber Efendimiz (asm) gülümserdi ve güler yüzlü idi. İnsanlara somurtmazdı. Kızdığında kızgınlığını belli etmezdi. Buyurmuştur ki:

 

“Güler yüzle insanlara selâm vermen sadakadır.”

“Allah yumuşak ve güler yüzlü kimseyi sever.”

 

“Siz mallarınızla bütün insanları memnun edemezsiniz. Öyle ise, güler yüzlülüğünüz ve güzel huyunuzla onları memnun ediniz.”

“Allah Müslüman kardeşine surat asan kimseye buğz eder.”

 

“Allah’tan kork ve hiçbir iyiliği küçümseme. Bu, su isteyen birisine kovandan su vermek veya Müslüman kardeşini güler yüzle karşılamak dahî olsa.”

 


Peygamberimizde SAV bazen espri yapardı. İşte birtanesi:

 

Tirmizi’nin  Hasan-ı Basri’den mürsel olarak yaptığı rivayet ise şöyledir:

 

“Bir gün yaşlı bir kadın Resulullah’ın yanına geldi ve

“Ya Resulellah! Allah’ın beni cennete koyması için dua buyur!” dedi.

 

Hz. Peygamber: ”Yâ ümme Fülan (ey falancanın anası)!  Şu bir gerçek ki yaşlılar cennete gitmezler” buyurdu.

 

Bunun üzerine kadın ağlayarak çıkıp gitti. Kadın gidince, Resulullah:

 

“Gidin ona söyleyin ki, kendisi yaşlı haliyle cennete girmez. Nitekim Allah (mealen) şöyle buyurdu: “Biz o kadınları, yepyeni bir yaratılışla yarattık. Böylece onları bakire kızlar kıldık.” (Vakıa, 56/35-37)” (Tirmizi, Şemail, Beyrut, ts., s.144)

 

Efendim internette çeşitli sitelerden derlediklerimi yukarıda paylaştım. Şimdi bendenize ait iki komik hatıra ve en son çok güleceğimiz fıkra gibi olay ile yazıyı bitireceğiz:

 

Aslan bey :)

 

Meslek lisesinde okurken Ankara – Ulus’ta PTT Başmüdürlüğünde staj yapıyordum.

 

Sanıyorum yıl 1990 dı. ( Henüz hastalığım belirginleşmemişti yani yürüyebiliyordum.)

 

Bir gün öğle tatilinden atölyeye döndüğümde oradaki teknisyen abiler ve ablalar “Sen öğlen dışardayken birisi aradı” dediler.

 

“Arayan kişi Aslan beydi ve bir numara bıraktı ve aramanı istedi.” dediler. Ben tabi saf çocuk, hemen o numarayı aradım. Ve şöyle bir konuşma geçti:

 

-  İyi günler, Aslan bey’le görüşebilir miyim?

-  Aslan bey yemeğini yedi, şu an uyuyor ve rahatsız edilmek istemiyor.

-  Oldu teşekkürler iyi günler, dedim kapattım.

 

Telefondaki konuşmayı sordular, anlatınca, atölyedeki tüm abiler, ablalar kahkahaya boğuldular.

 

Tabi ben anlamadım ve sordum neden güldünüz diye?

 

Meğerse o numara hayvanat bahçesinin numarasıymış. Bana şaka yapmışlar.

 

İşin ilginç yanı bu şakaya hayvanat bahçesi santral memuru da alışmış. :)

 

**************

 

Gülümseten bir anım

 

Her sene yılbaşından bir hafta önce bir otelde, hem yeni yılı, hem de şirketin kuruluş yıldönümünü kutlamak amacıyla eğlence düzenlenirdi.

 

Yemekler, meşrubatlar ve isteyene içki servisi de yapılıyordu. Sanırım aralık 1997 idi. Yine böyle bir eğlenceye katıldık. Gecenin sonunda otelden çıkıyorduk.

 

Hastalığımı ilerlettiği için içki bana yasak, ben içki içmem ama iki arkadaşımın kolunda yürüyüp otelden çıkarken, otelin resepsiyon görevlilerinin aralarındaki şu konuşmasını duydum:

 

" - Yav adama bak amma içmiş. İki kişinin kolunda gidiyor. "   :)

 


******************

 

GÜLELİM :)  Yaşanmış 112 muhabbeti :))

Gece yarısı tuvalete kalkan bir adam lavaboya giderken evin içinde  birini  görmüş, ve bu kişiye yumruk atmış. Meğerse gördüğü aynadaki yansımasıymış.

 

Yumruğu aynaya gelince, kesilen eli kanamaya başlamış. Gürültüye eşi uyanmış, ve Eşinin elini görünce koşmuş alkollü Pamuk yapıp eşinin yarasına basmış.  

 

Adamın açık, kanayan yarası alkolle daha da acımış ve adam  sinirlenerek  tuvalete atmış pamuğu. Sonra sıkıştığı için tuvalete oturmuş, Bu arada da bir  sigara yakmış. Kibritini de tuvalete atınca, poposu alkollü pamukla tutuşmuş.

 

Can havliyle fırlayınca kafasını banyodaki dolaba çarpmış, kafası da kanamaya başlamış. Adamı yüzü koyun yatıran eşi, 112 sağlık  servisini  aramış.

 

Gelen 112 ekibi karşılarında eli kesik, poposu yanık, kafası  kanayan bir adamı görünce, şaşkın bir şekilde adamı apartman dairesinden indirirken, merdivenlerde olayın oluşunu sormuşlar.

 

Olayları anlatan hastayı  dinleyince, gülme krizine girip sedyeyi ve adamı düşürmüşler. Yeni bir 112  getirmişler, ki böylece adamı hastahaneye götürmüşler.

 

Adamı ziyaret eden  yakınlarına  eşi hastahanede, sakın nasıl olduğunu sormayın, diye sıkı sıkı tembih  ediyormuş...

 

 

Gülmenin sağlığa sanıldığından daha fazla yararı olduğunu biliyor musunuz? ABD’de yapılan bir araştırmaya göre gülmenin stresi azaltmada etkili bir tedavi yöntemi olduğu ortaya çıktı.

 

Araştırma, şen bir kahkahanın beklentisinin bile, vücuttaki "kortizol", "adrenalin" ve "dopamin" hormonlarının seviyelerini düzenlediğini gösteriyor. Hormonların düzenli çalışması bağışıklık sistemini koruyor ve kanseri önlemede yardımcı olabiliyor. Ayrıca gülme ağrıyı da azaltabiliyor.

 

Araştırmacılar, “Eğer kronik bir ağrı çekiyorsanız, tedavinize yardımcı olması için bir stand up izleyin ya da komedi filmine gidin” önerisinde bulunuyor. Çünkü hayata olumlu bakmak ve neşeli olmak ağrı toleransını yükseltiyor.

 

Sadece 15 dakika bile içten gülmek, sıkıntıyı yüzde 10 oranında düşürebiliyor. Gülme anında, tıpkı egzersiz sırasında salgılanan ve ağrının şiddetini azaltan endorfin hormonu gibi, vücutta kişinin kendisini iyi hissetmesine neden olan kimyasallar salgılanıyor.

 

Gülmenin zihin ve beden sağlığına faydaları ise şunlar:

 

Stres ve gerginlik azaltıyor

Kişiyi strese bağlı hastalıklardan koruyabiliyor

Vücudun ağrı toleransını artırıyor

Bağışıklık sistemini güçlendiriyor

 

Depresyonla savaşıyor

Hayattan zevk alma duygusunu ortaya çıkarıyor

Kan basıncını düşürüp kalp fonksiyonlarını iyileştiriyor

Kan şekeri seviyesini düşürüyor

 

Olumsuz algıları değiştiriyor ve ruhu artırıyor

Kanser hastalarının psikolojik tedavisinde destek sağlıyor.

İş ortamında iyimserlik , esneklik, öz-yeterlilik ve diğer olumlu duyguları pekiştiriyor

İlişkide mutluluğu sağlıyor

 

Güven oluşturup sosyal hayatta zorluklarla mücadele etmeyi kolaylaştırıyor.

 

 

Celalin Penceresinden